25 Temmuz 2012 Çarşamba

Ben Sana Kırgınım Necati


Orjinali bir kibrit kutusundan küçük  boyutları ile  fotoğraftaki gencecik omuzlara ankastre şık ceketin Türk giyim tarihi açısından çok önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Marmara ve  Ege Kıyısındaki köhne tatil kasabalarının kıyı boylarını,  devlet kurumlarına ait ve hep kıyılarda konuşlu “eğitim tesisleri”ni, Egedeki tatil sitelerinin beton yollarını akşam yemekler yenilip, bulaşıklar yıkandıktan sonra,  kafileler halinde arşınlayan teyzelere  ait  yaygın giyim  tarzının bilinen ilk fotoğrafı olmasından kaynaklı… Bu okumayı ”Toplumunun orta ve üst yaş grubu dişil  üyelerinin içinde bulunulan iklimsel koşullardan bağımsız,  güneş ışığı kaybolunca (akşam) vücutlarının üst kısmına, kol bölümlerini kullanmadan yerleştirdikleri tercihan yün örgü giysilerle dolaşmaları” şeklinde de özetlemek mümkün tabii.  Türklere özgü o  iklimsel korunma içgüdüsünün karabasanları  “ceryan”, “beline beline vurma” ve “boğazların ağrıması”,  ancak “omuzlara bir şey almak”la izale edilebilir zaten.
***
Fakaaat, gerçekte yirmili yaşların başındaki bu küçük gruptan Kemalist devrimin yaratmayı düşlediği,  her türlü imkanı seferber ederek var gücü ile üzerinde çalıştığı yeni düzenin yeni insanları olarak söz etmek isterim. Bu sosyal mühendislik projesinin yöntemleri, kodları, kritik imgeleri, başarıya ulaşıp ulaşmadığı  ve sonuçları türü konulara burada girmeyeceğim. Nasıl olsa, başka fotoğrafların söyleyecekleri üzerinden tartışma fırsatları olacak.
Kırkların başı veya otuzların sonundan bir eğlence gecesi. Parlak üniversite talebelerini Cumhuriyet elitlerine tanıtma amacıyla Ankara Halkevi tarafından düzenlenen balolardan biriymiş gibi geliyor nedense.   Ustaca dikilmiş kıyafetlerin inanılmaz özen ve kalitesi, bu gençler tarafından rahatça taşınışları; onların varlıklı, köklü ailelerin kendine güvenen, kentli bireyleri olduklarını söylüyor. Biraz daha detaya inelim:  Kızların şık, yaşlarına uygun saç biçimleri, ceketini omzuna almış olanın kolundaki zarif dikdörtgen saat, sol baştaki genç adamın kravatının bağlanışındaki ustalık. Tüm bunlar otuzlarda, kırklarda toplumun hemen her kesimini kavuran o kıyasıya yoksulluğun epey uzağında olduklarının kanıtları. Oysa döneme ait  öğrenci fotoğraflarında fazlaca giyilmiş ceketlerin pantolonların, ayakakabıların köhneliği dikkat çeker. Ertesi sabah Dil Tarih Coğrafya’nın, Mülkiye'nin amfilerinden birinde  derse girdiklerinde üzerlerinde mutlak aynı temizlik ve özende  başka giysiler olacak.
Maalesef önlerindeki masada nereler olduğunu, o gece nelerin yenip içildiğini  göremiyoruz. Bunlar bize gecenin niteliği hakkında daha fazla bilgi verebilirdi. İki çift olarak gidilmiş Batı tipi bu eğlentide söz ve davranışların tümü hiç şüphesiz terbiye ve ölçü dahilinde.   Fakat;  gecenin bir anında, ceketini omuzlarına almış genç kızın, sağındaki genç adamın ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz  bir davranış veya sözü üzerine  kırıldığı, canının sıkıldığı kesin. Diğerleri fotoğrafın çekildiği yöne bakarken, Nevin - veya- Ülkü’nün başı Necati’ye yönelik. Fotoğrafın yakaladığı, hayranlık ve sevgi dolu bir bakış değil. Kırgınlık, sitem ve bir parça da, “evet şu anda kırgın ve üzgün olabilirim ama, göstereceğim sana” katkılı bir bakış. Necati  cesur ve umursamaz bir ifade ile bakıyor bizlere. Muhtemelen toyluktan  kaynaklı bu ahmakça cesaret ona yakında pek pahalıya mal olacak ! 
Neler söylediğini az çok  kestirmeme rağmen, gerçeğin ne olduğunu öğrenmeyi en çok istediğim, merak ettiğim fotoğraflardan biri de bu.  
BvP.

Gençler aylar öncesinden planlanan bu önemli gecede oturdukları locadan belki de fotoğrafın sağında kalan, bir sahnede bir temsili veyahut töreni seyretmek üzere oradalar, belki de az önce seyrettiler. Şimdi önlerinde duran, metal bir kup içerisinde servis edilmiş dondurmalarını yemeye başlamak üzereler. Masadaki erkeklerin gururla karışık yılışık tebessümleri gözden kaçmıyor; bilhassa masanın sağ yanındaki delikanlının ceketinin önünü açarak yan dönüp kolunu diğer sandalyenin sırtına dayayışı daha alışkın, gecenin bir vakti dışarıda, eğlencede bulunmakta tecrübeli olduğunu gösteriyor. Belki bu tecrübenin karşılığı olmadığından, kızlar, erkekli-kızlı balolara katılan modern Cumhuriyet kadını kimlikleriyle heyecandan yaprak gibi titrediklerinden sert durabilmek için kollarını kendilerini korumak ister gibi kavuşturmuşlar. Bu kol pozisyonundan anlaşılacağı üzere henüz buzlar çözülmemiş, sohbet ilerlememiş. Her ikisinin yakasında da gecenin hatırası, büyük ihtimalle o salonda bir arada bulunmalarının sebebi olan organizasyonun dağıttığı birer broş. Soldaki kızın omuzlarında yaz akşamları mangal bulaşığı kaldırıldıktan hemen sonra balkonda konken oynanırken zahmetsizce sırta çekilen merserize hırka gibi yerleştirilmiş, sert kumaşı yüzünden kolları yerinden çıkarılmış bir vitrin mankenine giydirilmiş gibi duran ceketi. Başını planlı ve azimli bir tepkiyle uzun süre sola çevrili tutarak o zamanlar pek de şipşak bitmeyen bu sürecin tamamlanmasını, fotoğrafın çekilmesini beklemiş. Belki de hantal fotoğraf makinasıyla yanına gelip bir poz çekmeyi teklif eden fotoğrafçıyı tersledi, diğerleri çok karşı koymayınca böyle en abartılı mimiklerle başka tarafa bakıp somurtarak tavrını ortaya koyuyor. Her nereye bakıyorsa, kesinlikle yanındaki erkeğe yönelik değil diye tahmin ediyorum. Zaten ilk bakışta öfkesinin hedefi gibi görünen delikanlının rahatlığı kızın öfkesiyle örtüşmüyor, kızgın bakışlar masaya hayli yakın oturmuş çocuğun sırtını yalayıp uzakta başka bir noktaya devam ediyor.

Elmira

22 Temmuz 2012 Pazar

O benim ağabeyim sayılır!


Dünyada çok az şey beni sevgisiz evlilik kadar hüzünlendirebilir. Bu nikâh için masraftan kaçınılmadı, gelinin tüm istedikleri yapıldı; en pahalı kadın berberinde saçlar lüleye sarıldı, aynı lüleler pahalı saç aksesuarlarıyla taçlandırıldı, güzel gelinliğiyle adeta bir kuğu gibiydi. Gelinin küçük yeğeni bile bu muamelelerin dışında bırakılmadı, es geçilmedi; ona da günün anlamına uygun bir elbise alındı, bebek saçları kadın berberinde spreylenip güzel bir topuza sarıldı. Fakat en dikkat çeken şey: Bu fotoğrafta maalesef bir anne yok; gelinin annesi vefat ettikten sonra ona göz kulak olan, liseyi bitirene kadar kol kanat geren, biri omuzlarından tutarak ona destek veren evlenmemiş iki teyzesi var yalnız. Arkadaki perdelerle gizlenmiş sahneye ve mikrofonlara bakıyor, ortamın tiyatro sahnesi, bir temsil salonu olduğundan şüpheleniyorum. Fakat yeni evlilerin böyle bir yerde olması nasıl açıklanabilir? Belki de lise binasının üst katında düğün yemeği veren müdür muavini bir damatla?
Elmira

Yansıma



                     40'lar?  Nikah Dairesinde evlenme töreni. Damat kameraya bakıyor.

                    Kimi zaman  mükemmel bir yüzeyden yansıyan daha gerçek olabilir. 
                    Ruh halini daha net aktaran...  
                    Masanın üzerindeki? Gerçek görüntü?  

                    BvP.

15 Temmuz 2012 Pazar

Dostluk I


Gerçekte bu fotoğrafın söylediklerinin tekrarlanmaya ihtiyacı yok. Birkaç söz yeterli.   
Açık pencereden akan yumuşacık bahar güneşi bu üç arkadaşın yüreklerindeki mutluluğu daha da parlaklaştırıyor.  Yitik bir meyhanenin bulanıklığında sığınılmış çaresiz bir dostluk değil onlarınki. Her birinin yüzünde böylesi dostlara sahip olmanın gururu, sevinci  apaçık. 
İletişime ait yegane cihazın posta olduğu Yetmişlerde dostluk, arkadaşlık konulu sakil, kaba saba kartpostallar gönderilirdi. Şu güzel resmin onlar yerine kullanılmış olmasını isterdim…
BvP.

Eski fotoğrafların arkasına düşülen notlarda, şimdi sosyal paylaşım sitelerinde yapılmaya çalışılan şeyin çok ilkel bir versiyonunu görür gibi oluyorum. Verilen mesaj değişmiyor: Ben de buradaydım. Ben de buradan geçtim. Ben de insanın içini sebepsizce sevinçle dolduran ılık bir günde haftasonu eğlence yerlerine akın etmiş insanların gürültüsü pencereden içeri zarifçe dolarken elimi kolumu nereye koyacağımı bilemediğim bir heyecan içerisinde saçlarımı simi dokülmuş bir aynanın önunde taradım. Gençtim, sevdim ve sevildim, güldüm. Kaybedeceklerimi bilmeden, en güzel duygularımı saçtım, döktüm. Güvendim, dayandım ve omuz verdim. İnsanlık tarihinin, hiçbir faydam dokunmasa da, bir parçası oldum. Sadece bunun için bile geçmişe ağıt yakmayı hak ediyorum.

Elmira

13 Temmuz 2012 Cuma

İran halısı üzerinde romantizm


İşte vuslatlarına gerçekten sevinen, gün bittiğinde odalarında baş başa kalmayı dört gözle bekleyen bir çift! 60-70’lerde çok moda olduğundan şüphe ettiğim bir kauçuk ağacı  bitkisinin önünde neden yere çöküp poz vermişler? Etraflarını çevreleyen onca sandalyeden iki tanesine oturup, usulünce poz vermemek neden?

Evin damat veya gelinin birinci dereceden akrabalarına ait olmadığı, pozdaki huzursuzluktan, çekingen beden dillerinden belli oluyor. Sonra, damadın boyasız ayakkabılarına, briyantinsiz saçlarına veya gelinin eldivensiz çıplak ellerine ve bembeyaz gelinliğiyle tozlu halıya otururkenki tereddütsüzlüğüne bakınca, mermer masası, parkesi, güneşlik ve tül olmak üzere iki tür perdesi, vazoda yapma çiçeğine varana kadar detayları eksiksiz, boyut bakımından mütevazı da olsa zengin duruşlu bir apartman dairesinde ikamet ettiklerine inanasım gelmiyor. Sağ taraftaki sandalye/koltuğun üzerinde bırakılmış gazeteler, damadın bunlardan birinde oturup gazeteleri karıştırarak gelinin hazırlanmasını beklediğini gösteriyor, kim bilir.
Elmira

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Yan yana yaşanan ikinci bahar ve kara kış


Çiftin hemen arkasındaki gösterişli çiçek aranjmanı ve duyamayacakları bir izdivaç ilanını salonun öbür ucunda hazrolda bekleyen akraba kalabalığı, damadın köklü ve varlıklı ailesini ele veriyor. Tüm kuzenleri kız olduğu için büyük mirasın tek gerçek varisi bulunan damadın özenli giyimi, masaya uzanışı, öbür elinden kibarca destek alırken sağ elinde titizlikle kalemi tutuşu, genç yaşta dul kalan validesi vefat edene dek evlenmeyi ertelemiş bu ihtiyar delikanlının, hayatı dolu dolu yaşamayı seven ve dostlarına da her fırsatta aynısını tavsiye eden şen kahkahalı annesinden öğrendiği görgüyü ve adabı ele veriyor. 
Anacığının vefatı ardından düştüğü boşluğu türlü kötü alışkanlık ve gece kulüplerinde tanıştığı düşük kızlarla doldurmaya çabalayan geçkin playboy, aile büyüklerinin siparişi sonucu oluşturulan evlenmeye uygun kızlar kataloğundan göz ucuyla seçtiği genç bir uzak akrabayla bugün nihayet evlendiriliyor. Eli sıkılığıyla bilinen memur bir babanın kızı olduğundan mal mülkle şımarmayıp, aklı başında bir para politikası izleyeceği ümit edilen gelinin ne diyecek sözü, ne giyecek uygun kılığı var; çünkü kendisi daha ziyade bir sözleşme olarak görülen bu nikâhta, damadın ıslahının şerhi için davet edilmiş diğer figüranlardan farksız. Bu yüzdendir ki, masanın altında ve dizlerinin hemen üstünde duran ellerine bağlanmış tombul parmaklarının ucundaki biçimsiz tırnakları da kendi gibi cilasız.
Elmoş.



1967 veya 68’de Evlendirme Dairesinde Nikah.


Mütevazi çift defteri imzalıyor. Ağır maddi sıkıntılarla, işten tırnaktan artırılarak, (belki büyüklerin yardımları ile) bu rüyaya hazırlanıldı. Evet, fon oluşturacak kırmızı-beyaz karanfilli çelenk, giysiler her şey tamam sonunda..  İş son bir imzada.  Gelinin duruşundaki ürkeklik, dudaklarını sıkıca kenetleten tedirginlik dikkat çekici. Damat ise daha rahat ve halinden memnun.

Yeni evliler  yerini bir sonraki nikahı kıyılacak çifte terk ederken, çelenkteki, kısa tutulmuş sapları dayanıklı ama ince sazlara iple sarılı karanfillerin hepsi fotoğraftaki çocuklar tarafından yolunacak. Böylece, tören/rüyanın bittiğini anlayacağız.

BvP.

10 Temmuz 2012 Salı

Efes Pilsen Kardeşliği


Birahaneye götürülen küçük bir çocuk, sorumsuz bir babayı; sorumsuz bir baba, mutsuz bir evi; mutsuz bir ev, seyreltilmiş çamaşır suyuyla silinmiş yün halı haricinde herhangi bir yaşanmışlık kokmayan bir salonda, masaya oturmuş kaderine ağlayan bir anneyi; ağlayan bir anne, daha da büyük sorumsuzluklar göstererek onu cezalandıran öfkeli bir babayı işaret eder.
Kadının “Bir gün olsun ilgilenmiyorsun. Senin de evladın bu, hiç mi sevmiyorsun?” diyerek kocasının eline tutuşturduğu bebek, sözüm ona gezdirilirken “şöyle bir” uğranan meyhanede kısa süre ilgi odağı olur. Tütün kokan sararmış parmaklar yanağından yumuşak bir makas alır, ardından beyaz leblebi kâsesine uzanırlar. Çocuğun bebek kütlesi, babasının giderek gevşeyen kolunun insafına kalmış vaziyette, ağır ve ekşi bir ter kokusuyla ve tonu aniden yükselip alçalan sohbetlerle sarılır. Masumiyeti, yanında durduğu adamlara tezat yaratacak aklığıyla kadraja girer ve onun sayesinde dar omuzlarının üstünde vücuduna göre hayli oransız büyüklükte bir baş taşıyanların sayısı ikiye çıkar.

Elmira

Fotoğraf yazılarına başlık koymak, onları adlandırmak konusunda konusunda genel olarak fazla  becerikli değilim. Ama bu fotoğrafın adı ilk  gördüğümden beri  zihnimdeydi:  “Efes Pilsen Kardeşliği”! Gün ışığı ile fazla temasın getirdiği sararmışlık, üzerindeki sinek pislikleri ve üst kenardaki fazla zedelenmemiş delikler… Büyük olasılıkla bir elektrik tesisatçısı, ya da berberin lambri kaplı duvarlarında uzun süre asılı durmuş bu fotoğraftaki üç kişi kardeş olmasalar bile, en azından bir dönem birbirlerine çok yakın olmuş olmalı.  
E.P. Kardeşleri uzun bir masanın en ucuna eklenmiş servis masasında yer bulabilmişler kendilerine. Masanın yiyecek açısında fakirliği  ve adam başı şişe hesabı ile dağıtımı yapılan Efes Pilsen biraları mütevazi bir geceyi anlatıyor. Soldaki genç adamın kucağına bir süreliğine verilmiş olduğu sezilen çocuk ta işin içine katıldığında; ağır içkili bir işret gecesi değil de, “aile” katılımlı masum gece anısı olmaya  iyice yaklaşıyor iş. Belki, bir gazinoda, çay bahçesinde yapılan düğün  veya uzak taşralıların büyük kentlerde kurulu hemşerilik tezgahı katkılı ama aslında “basit çıkarlarımız için birlikte hareket edelim” kurnazlığı yüklü  yüzlerce dernekten birinin gecesi.
Ortadaki, geğirdi geğirecek duruşlu zat iki yandaki kardeşler tarafından sevilen, saygı duyulan bir kişi. Onların “ağbisi”. Boyundaki gevşekçe kravat, bardağın hafif kaldırılışı, kamerayı süzüşteki amatörlükten uzak tavır onu farklı kılıyor. Bugünlerin lafı ile “parayı bulmuş”. Bin dokuz yüz yetmişlerin ortalarında, kim bilir hangi büyük kentin merkezden az uzak bölgesinde; göreceli başarıya, paraya pula, rahata daha önce ulaşmışa benziyor.
İki yandaki gençler, biri bıyıkları, diğeri hülyalı ama keskin bakışları ile ülkeyi o dönem felç eden politik itiş kakışın, boktan boğuşmanın harcanmaya mahkum figüranları gibi görünüyorlar. Bu gecenin sonunda her şey değişecek, “ağbi”yle ortak  ticarete atılacaklar.  Ya da, sırf ortadaki "şefim" ısmarlıyor diye rakı bardağında bira içen garibanlar olmaktan başka bir özellikleri yok bu karenin içinde.   Kim bilir?
BvP.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Orduevinde tivist


Bu taşkın, sansürsüz neşenin, hafifliğin sebebi nedir? Aile büyükleri bir başka salonda oturmuş, düğün başlamadan hafif bir şeyler yiyip içerek fotoğraf çekiminin bitmesini bekliyorlar! İçerideki genç ekip, buradan çıkıp daha da eğlenmeye, karmaşık desenli polyesterden mini elbiseleriyle platform topuklarını yerde sigara söndürür gibi sürterek danslar edecekler. Bugün kutlama günü, üniformanın kadınlar üzerindeki etkisinin farkında olan asker damat, nihayet seneler öncesinden beğendiği kızla evlendi! Fakat uzun süre sonra ilk kez gördüğü, kumral bir Twiggy’yi çağrıştıran kuzeni (Selma/Belma?) acaba daha doğru bir tercih mi olacaktı? Fotoğrafın tam gelinle damadın arasından yırtılmaya çalışılmış olması, belki de bu tereddüdün sonraki yıllarda bambaşka sonuçlara sebep olduğunu ele veriyor.
Bekâr ve genç teyzesi, gelinin hemen yanında, kolunu onun omuzuna doğru atmış. Ailede senelerdir hasretle beklenen herhangi bir düğünün nihayet gerçekleşmesine, bu vesileyle aile büyüklerinin kendi üzerindeki evlenme baskıların en azından bir süreliğine azalacağına seviniyor.  Sol başta güneş gözlüğüyle gülümseyen, gelinin Avrupa’dan düğün için İstanbul’a uçakla gelmiş halası. Arka tarafta ayakta dizilmiş beş erkek, önde, kızların yanında oturanın aksine, damadın arkadaşları sıfatıyla bu düğüne katılıyorlar. Ön tarafta, koltukta oturan delikanlı, sağ elindeki alyansa bakılırsa, nikâhta keramet olduğuna inanan ve bu genç çifte gıptayla bakan nişanlı bir kuzen, ya da bir arkadaş. Arka sırada, kapalı mekânda olmalarına rağmen ısrarla güneş gözlükleriyle gizli ajan gibi poz vermiş absürt çift, kız tarafıyla uzaktan akraba. Kadraja girmenin güzel hatrı için bile damadın arkadaşlarına sokulmamışlar, onlarla tanışacak kadar medeni cesarete sahip de değiller zaten. Belli ki gelinin ailesinden, şehre sonradan gelmiş ve gereklerini yavaş yavaş öğrenmeye çalışan, bu yüzden hor görülen, gelinin annesinin uzak bir kuzeni ve oğlu. Güneş gözlüklerini Avrupa’dan gelen teyzeye öykünüp, çıkarmamayı uygun görmüşler.
Elmira

Gelin,  subay damat ve arkadaşları . Gelin ve damadın iki yanındaki hanımlar yaşça bir parça daha büyüğe benziyor. Yakın yaşta akrabalar (küçük teyze?, hala?).


Yetmişlerin başları. 71’ olabilir.  Ne  kadar hakim olunmaya çalışılsa çalışılsın, her fotoğrafta bacakların bitiştiği yerde beyaz küçük bir üçgenin görünmesinin suçlusu mini  eteklerin, koyu renk camlı numaralı  gözlüklerin moda olduğu,   Faik Türün’lü  Memduh Tağmaç’lı yıllar.


O yılların moda mobilya tarzı beyaz lake ve çiğ renkli sert döşemeli(şarabi veya acı yeşil, flaneli andıran bir kumaşla kaplı olurdu hatırladınız mı?) kübik mobilyalardan oluşan bir oturma grubu önünde poz verilmiş.  Bu şık mobilyalar şimdinin futbolcu-manken birlikteliği (seviyeli), minimalist tarzının arketipi. Duvardaki resimlerin tümünü göremiyoruz, fakat Kurtuluş Savaşı Komutanları gibi. Hayal gücümü biraz zorladığımda; alt sırada altıncı fotoğrafta  Cafer Tayyar (Eğilmez), en uçta da Ömer Halis (Bıyıktay) Paşaları görüyorum. Üst sıra seçebildiklerim de; birinci İzzetin (Çalışlar), ikinci Kazım (Karabekir), dördüncü de Fahrettin (Altay).


Soldan altıncı, hoş hanımefendi ve damadın birbirlerine bakışları eğer kardeş filan değillerse, fotoğraf basılıp gelin hanım eline aldığında bir miktar  sıkıntıya sebebiyet vermiş olmalı!


BvP.   

8 Temmuz 2012 Pazar

Kadının fendi


İşte gerçek bir şehirli nikâhı. Kelebek gözlüklü gelin, profesyonel ve şık giyimi, nikâh masasına koyduğu çantası. Kendi çantasını taşıyan kadınlar nesli iktidara gelmiş diye nasıl da gururlu! O çanta masanın üstüne konuyorsa, nikâh anında bile masada yeri varsa, gelinin cüzdan içindeki parayı kendi kazanmasındandır. Yoksa arkada bekleyen, kendisi gibi bembeyazlara bürünmüş akraba kadınlardan birinin eline tutuşturabilirdi. “Bu evlilik, her şeyde kadınla erkeğin eşitleneceği bir evlilik olacak”, diye düşünüyor. “Baksanıza! Nikâh memurumuz bile kadın! O bile artık bu toplumda bir şeyler değiştiğinin açık bir kanıtı!” Umutlarının boşa çıkması ve onlarca senelerin ardından neredeyse hiçbir şeyin değişmemesi bir yana, onca özenle hazırlanılıp, ileride torunlara gururla göstermek için çekilen bu fotoğraftan birkaç sene sonra gelen kaçınılmaz boşanma yüzünden, fotoğraf şimdi sahaf tablalarına düşmüş olmasın?
Elmira
Bu fotoğraf nedense hep Mayıs 1960’dan sonra çekilmiş gibi geliyor bana. Eğitimli orta sınıfın kendini “zinde kuvvetler”in bir parçası görerek yeniden güven kazanışı… Ayakta ve fazla seremoni içermeyen ama özenli  bir tören bu. Kendine güveni tam, vakurca çantasını masanın üzerine koymuş şık ve zarif gelin rahat bir duruşla nikah memurunu süzüyor.  Damat bir parça silik ve  daha çocuksu. Nikah memuru ile gelin hanım arasında geçen bir konuşmayı dinliyor, olayın esas muhatabı değil gibi… Gelinin çantası, gözlükleri ve omuzları hedefi tam onikiden vuruyor (bence).
BvP.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Tayin mahkumu


Yüzlerindeki ifadeye, beden dillerindeki mesafeye bakınca, gelin ve damat hariç bu fotoğrafta yer alanların ne damadın ne de gelinin akrabası olmadığına neredeyse hiç şüphem yok. Mutlu çifti kuşatanlar belli ki başka şehirde evlenen bu garibanların yardımına yetişen uzak aile efradı veyahut damadın memuriyetteki amirlerinin eşleri, anneleri.
Gelin moda dergilerinden Amerika ve Avrupa’daki soylu ailelerin, ünlü sanatçıların nikâh fotoğraflarını takip edecek kadar şehirli; porselen tenine bakıldığında Türkiye’nin batı bölgelerinden, kim bilir belki de İstanbul ya da İzmir’den. Gelinlik olarak seçtiği beyaz elbisesinin kollarının kısa olması da evden getirdiklerinin çetin hava koşullarına hazırlıksız yakalandığını işaret ediyor olabilir. Bu henüz kışını görmediği gri paltolular şehrinde günün anlamına uygun şekilde bavuldaki en açık renkli elbisesini giydi; yahut belki mevsimlerden az-kalsın-bahar idi ve sıcak kanıyla aceleci davranıp yalancı kış güneşine uydu. Damadın ona hayli tezat kaçan ten rengi ve gür kaşlarından dolayı doğu veya güney bölgelerden bir şehirden olabileceğini tahmin ediyorum. Taşrada heves ve hırsla okumuş, eğitimine devam etmesi için büyük şehre gönderilmiş, başarılı bir hâkim/doktor/mühendis çıkmış ve şimdi tayin edildiği bu ücra köşede kendi gibi tayin mahkûmu yeni karısıyla kurdukları yeni moda çekirdek ailenin hatrına, ciddiyetle karışık neredeyse-gülümsüyor.
Fotoğraftaki erkekler arasında, damat dâhil, bu nikâhtan en memnun görüneni, arka sıra sol baştaki tebessüm etmiş genç; gelinin elindeki çiçeği de tebrik vesilesiyle getirmiş. Yan masasında çalışan ve bir takım evraklara damgalar basıp imzalamakla gününü geçiren arkadaşının böylesine güzel bir gelin bulması, kendi adına umutlarının pekişmesine, dolayısıyla sevinmesine neden oluyor.


Elmira


Belediyede Kıyılan Nikah Sonrası Kapının Önünde Yakın Aile Çevresi İle.

Bin dokuz yüz kırklar, belki de ellilerin başları olmalı. Güzeller güzeli gelinin yüzündeki sevince, kıyafetindeki özene dikkat. Kim bilir nerede?  Bu yıllarda çekilmiş  fotoğraflarda belirgin işaret(ler) yoksa coğrafyaya ilişkin bir şeyler söylemek kolay değil.  Taşra elitinin, devlet hizmetindeki küçük memurların kılık kıyafet ve vücut dillerini Başkent veya İstanbul’daki benzerlerinden  ayırt edebilmek hemen hemen imkansız.



BvP.