15 Kasım 2012 Perşembe

Otobüs Hikayeleri I



Yetmişlerde İskenderun’da yaşayan anneannem ve onun, bir gözünün cam oluşu yüzünden  aile arasında tatsız bir acımasızlıkla “yarımporsiyon”  olarak adlandırılan kocası senede bir kere uzun bir otobüs yolculuğu ile bize gelirlerdi. Bu ziyaretleri , özellikle “yarımporsiyon”un gelişini iple çekerdim. Türkiye’nin o yıllarında otobüs yolculukları bile önemli olaylardan-dı. Anneannem yakasız, ince merserize kazağı, yarımporsiyon  kusursuz ütülü bembeyaz gömleği ve takım elbisesi ile otobüsten iner, onlara  bir sürü  düğme ile ilikli – elbette -  bembeyaz kılıflı iki adet bavul eşlik ederdi. Hemen her zaman,  bana vermek üzere yolda kendine ikram edilmiş uçuk mavi,  üzerinde otobüs şirketinin adı ve amblemi olan iki adet  uzun çiklet olurdu.

İskenderun 1950.
Yarımporsiyon ve ailesi.
İlk evliliğinden çocuklar,
 anneannem, babam, annem
Bir kere de İstanbul’dan Elazığ’a otobüsle gittiğimizi hatırlıyorum. O yılların birbirine rakip iki otobüs markasından “o302”lerin yerine Magirus – Deutz, “havalı apollo”  kullanırdı,  taa Elazığ’a kadar giden Hazar Turizm. Arka kapının üzerinde pleksiglass bir plakette“Havalı Apollo” yazar, ortasına da yağlıboya ile  fiyakalı bir “V8” oturtulmuş olurdu hep.  Sekiz silindirli hava soğutmalı  motorlar üreticinin övünç kaynağıydı.  Süspansiyonları makaslı olmayıp pnömatik körükle destekli  bu otobüslerin esas “havalı” özelliği buradan geliyordu galiba. O körükler sıkça arıza yapar veya patlar, otobüs ön tarafı garip bir şekilde öne doğru kapaklanmış olarak yolda kalırdı.  Ayrıca, kabin içi ısıtma sistemi (kalorifer) için gereken ayrı bir motor işleticiler için ayrı bir masraf kapısıydı ve düzeneğin yeterince ısıtmıyor oluşu da ek bir sevimsizlikti… Yetmişlerin sonlarında, seksenlerin başında artık kullanılmaz oldular. Diğer  marka pazara tümüyle egemen oldu.

Ne türden seyahat olursa olsun; başlangıcı, sonu veya herhangi bir anı albümlerde en çok rastlanılan fotoğraf türü. Maalesef ne annemin annesinin ve de yarımporsiyon’un  bu tür seyahatler sırasında çekilmiş fotoğrafları yok. Ama başkalarının var:


Ankara O. 27 357 



Annem bir O3500H Magirus Deutz  önünde.  Arkasında tarih yok, fakat araç plakası  fotoğrafın 1962 yılında veya önce çekilmiş olması gerektiğini söylüyor. Bu tarz plakalar (il adı ve aracın niteliği; H: hususi, T:Taksi, O:otobüs gibi… ve rakam) o tarihten itibaren yerini il kodu-iki harf-üç rakamdan oluşanlara bıraktı. Fazla bir detay yok. Sağ elindeki güneş gözlüğü, burnu açık ayakkabıları, açık renk  çantası ve kısa kollu giysisi yaz mevsiminde çekilmiş olduğu söylüyor. Sağ bileğinde o hatırladığım, kalın altın kordonlu küçük saati var.

Bütüne bakınca, bu fotoğraf 1962’de, inanılmaz bir hovardalıkla çıktıkları ilk Avrupa gezilerine ait olabilir. Bu ve daha sonraki yıllarda çıkılan ve popüler Avrupa kentlerinden alınmış ucuz anı eşyaları (plastik gondollar, demir perde ülkelerinden alınma, yerel giysileri içinde, acemice üretilmiş bebekler) ile dönülen hem anlamsız  hem ciddi paralara mal olan bu yurtdışı gezileri ileri yıllarda  ağabeyimin ve benim epey sinirimize dokunacak, halen arada yapılan; ana konusu ailemizin yetersiz parasal kaynaklarının nasıl çarçur edildiği ve babamın zamanına göre iyi para kazanmasına rağmen neden servet birikimi yapılamadığı konulu öğle yemeği sohbetlerinin ana konularından olacaktı.

İnternetten Başka Bir 03500H  Hatırası.
Bu da 60'ların  başları olmalı. 

Otobüsün bir Magirus-Deutz O3500H olduğu belli, ama ne yazık ki  fotoğrafın gösterdiği alanda  işletmeci ile ilgili bir bilgi yok. Görünen sadece Bay Conrad Dietrich Magirus’un, Ulm’deki Gotik katedralin ince uzun ve görkemli silüeti ile Magirus’un  “M”sini birleştirerek  tasarladığı amblem.   Bir de onun hemen üzerindeki – büyük ihtimalle – kabin havalandırmasına  ait kapak. 









CIO-337

Hangi Anlamsız Orta Avrupa Kenti?
1969-1970

Yine bir anlamsız Avrupa seyahati. 1969 veya 70 olmalı. Babam, annem ve ben. Fotoğrafın arkasında tarih yok; ancak giysilerden, arkası dönüK adamın trençkotundaki dalgalanmadan, annemin hafifçe dağılmış boya sarısı saçlarından rüzgarlı bir sonbahar günü olduğunu saptamak hiç zor değil. Ne o günden, ne de yolculuktan geriye hiçbir şey kalmamış hatırımda. Esasen  neden  dahil  edilmiş olduğum da benim için halen meçhul. İki renk ayakkaplarım, üzerine gömlek yakaları yatırılmış önü ilikli blazer ceketimle orada ne işim var?
Kimbilir hangi orta Avrupa kentinde harekete hazırlanan otobüslerin önündeyiz. Adet yerini bulsun diye yapılan bir şehir turuna başlanacak belki.  Ya da başka bir sıkıcı kente gitmek için yola çıkmak üzereyiz.  Bunlar şehir içi otobüslerine benzemiyorlar. Önünde durduğumuz otobüsün sağında, camın altındaki  “CIO-357” yazısından başka bir şey görünmüyor. Otobüsün önündeki amblemi bile tahmin edemiyorum.  Sağımızda duran otobüsün bir “Setra”, daha doğrusu bir  “Setra S9” olduğu anlaşılıyor.  

Setra S9, İnternet

BvP 






5 yorum:

  1. Cok güzel olmuş, lakin blogu izlemeye alamıyoruz reis.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederiz.
    İzlemeye niye alınamıyor lakin? Bir araştırayım.

    YanıtlaSil
  3. Ben de onu diyecektim - izleyebilsek ne sahane olurdu. Saygilar.

    YanıtlaSil
  4. Bir soru:
    Yukarıdan 3. fotoğraftaki otobüsün benzerleri, İstanbul'da 70lerin ortalarına dek belediye otobüsü olarak kullanılmış mıydı?
    Bana sanki öyle geliyor. Sanki, troleybüslerle birlikte onlar da seferden kaldırılmıştı ve Bussignler, Leylandlar seferde kalmıştı.

    YanıtlaSil
  5. Büssinglere benziyor ama bunlardan kullanıldığını hatırlamıyorum. Oldukça çirkin skodalar ve Bebek hattında çalışan Mercedes otobüsler vardı.

    YanıtlaSil