5 Mayıs 2013 Pazar

Ebedi Hatıra





Kilise Nikahı Sonrası Yeni Evli Çift ve Yakın Akrabalar. Haziran 1949

Maalesef, kapının üzerindeki Ermenice yazılar ve merdivenlerden –en azından benim için-  törenin düzenlendiği kiliseyi saptamak olası değil. Olasılıkla düğün sahipleri tarafından çekilen bu fotoğrafı 8,5x6 gibi mütevazi (ucuz) boyutlarla bastırmak için Beyoğlu Aznavur Pasajı 16 numaradaki "Foto Aras” tercih edilmiş. Bu tercihin bir tür hemşerilik dürtüsüyle mi, ailenin oturduğu mahalleye,  törenin yapıldığı kiliseye yakın oluş nedeniyle mi belirlendiği meçhul. Belki de hepsinden biraz. Civardaki içkili lokantada şef veya Tarlabaşı’na inen sokaklardan birinde esnaf damat işten çıktıktan sonra uğrayıp kolayca almıştır.

Bayan Mari “ebedi bir hatıra” olarak nitelediği fotoğrafı çok sevgili arkadaşına; muhtemelen yeni soyadını kullanarak, sabit kurşunkalemle imzalamış  düzgünce el yazısı iş soyadına gelince, bir parça tökezliyor ve okunaksızlaşıyor. Yeni, üzerinde çok çalışıl(a)mamış, boyu zihinde henüz yer etmemiş imzanın nerede biteceği tam hesaplanamadığından uca doğru sıkışmış.

Arkada, sol başta yakasında çiçeği, güzel takım elbisesi ile “esas duruş gösteren” yaşlıca bey gelinin babası olmalı. Bir parça yalnız, ufka bakıyor. Hemen yanındaki  büyük bir ilgiyle o ufkun kendine ait kırk beş derecelik başka bir parçasını tarayan kısa saçları maşa ile kıvrılı kadın da yanlız. Yüzlerine dik vuran erken yaz güneşiyle çatılan kaşların, sert kısa gölgelerin sertleştirdiği göz çukurları ile akrabalıkları tescilli damat ve arkasındaki ağabey ise ciddiyetle, düpedüz  bakıyorlar objektife. Her ikisinin de yüzlerindeki ciddi ifade damadın yüzündeki belli belirsiz gülümse ile bir parça kırılıyor. Ayrı şekilde Mari’de hafifçe gülümsüyor (sanki). Halbuki zarif yüzüne ifade katan kaşları, iri gözleri, düzgün çenesi ve hafifçe çıkık alt dudağı ile bu eni konu güzel kadın; hafifçe kırarak gövdesine yaklaştırıp koluna yatırdığı gelin çiçeği, eldivenleri, fark edilebilir büyüklükteki  tek taşlı yüzüğü ile daha mutlu olmalıydı. Damat ve babanın yakalarına ilişik çiçekler (görünmüyor ama, mutlaka ağabeyde de var), yapılı saçları ve tuvaletleri içinde küçük nedimeler de dahil hiçbir şey de en ufak bir kusur yok.
Bu küçücük fotoğraftaki mütevazi ama yol yordam bilen, çok uzun süredir kentli bir yaşam sürdürdükleri belli insanlardan yayılan sıkıntının tek nedeninin öğleye doğru şiddetini artıran güneş, rahatsız giysiler ve acıkan karınlar olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor. Belki de herkes bir an önce Boğaz kıyısında, günler öncesinde yer ayırtılmış lokantada, suyun hemen yanında hazırlanmış üzeri lezzetli yiyeceklerle dolu o masaya oturmak, bir parça rahatlamak istediği için böyle. Gelinin babası (Bay Yetvart?)  ve yeni akrabalar ceketlerini çıkartıp kravatlarını hafifçe gevşetecekler, Bayan Mari ve eltisi (hani o, arkada en solda, boynunda iki sıra kısa inci kolyesi ve iri küpeleri ile dikkati çeken endamlı) masanın altında ayakkabılarının üstüne zarifçe basacaklar, yemeğin sonunda doğru göbek atmak için tekrar giymeye çalıştıklarında şişmiş ayakları daha çok acıyacak. Ama şimdi olduklarından daha mutlu olacaklar.

Yaşadığım kentin bir zamanlar sahibi olduğu  elli civarındaki kiliseden, okullardan, yetimhane ve hastanelerinden, buraya zenginlik katan canlı hayatından geriye kalanın kırık dökük, varlıkları ile onları doldurmaya çalışanların da, bir grup yalnız insan olduğunu bilmek içimi burkuyor.“Dini bayramlarda filan hep birbirimize gider gelirdik”, “hepimiz Hrant’ız” ikiyüzlülüğünü sürdürmekteki inadımız da…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder