12 Ekim 2012 Cuma

Atatürk Kültür Merkezi ve 27 Mayıs Anıtı


Taksim Meydanından Atatürk Kültür Merkezine Bakış, 1970'ler


[Anıtlar egemen güçlerin simgeleridir. Başka türlü olamazlar "statue" adı üzerinde.

Anıtlar günü gününedirler birde. Bir acılı olayı, kahramanlığı, zaferi kısaca unutulmayacak günleri, kişileri, düşünceleri simgeler. Bu sahicilikleri onları kalıcı yapar. Yani sahipleri vardır, korunurlar. Öyle kolay kolay heykel yıklımaz, kaldırılamaz. Velek ki egemen güçler değişmeye, ya da çoktan değişmiş olmaya! O zaman ilk iş, nerede olursa olsun heykelleri yıkmaktır. Her gelen eski putları yıkmıştır da.] 

Tan Oral,  Yaza Çize. İstanbul 1998.
Tuhaf kadrajlı şu fotoğrafı çekenin Hayati Tabanlıoğlu eseri, upuuzun sürede yapılıp, kısa sürede yakılan  arkadaki yapıyı mı [*] , yoksa kadını mı önemsediği belli değil.
Ama tuhaf olan bir şey daha var:  Ne yazık ki  kötü bir tesadüf eseri  - belki de değil, bilerek, istiyerek - hasar görmüş dev süngü! Yaşı benimle benzer olanlar çevresine seyrek defne yaprakları dolanmış; kabzası, balçağı ve kan oluğu ile herşeyi tastamam bu ikonu hatırlayacaklardır. Mayıs 1960 sonrası oraya dikilmişti ve demokrasiyi simgeliyordu! Galiba 1980 Eylül’ünü izleyen dönemde kaldırılmıştı.  Kaba bir metaforun belirlediği  “görsel şölen” barış/defne yaprakları  getiren ordu /süngü’nün, niye zemine/vatana saplı olmadığını yıllarca merak ettim. Tekrar bakınca; belki de zeminden/ulusun bağrından göklere yükselişi simgeliyordu… Mütehakkimin kendisine kıyasıya yabancı kavramları nasıl değerlendirdiğinin, plastik algısının maddeleşmiş hali(idi). Şimdi nerelerde acaba?


BvP.
......................... 
[*] Gerçekten uzun bir hikaye. Yapının temeli 1946’da atılır atılmasına ama, temel 1953’e kadar atıldığı ile kalır. Sonunda Bayındırlık Bakanlığı  (1956’ya geldik) Hayati Tabanlıoğlu’na yeni bir proje çizdirir. Nisan 1969’da nihayet tamamlan yapı hizmete açılır.  Açılışta nam olsun diye Çeşmebaşı Balesi, Aida Operası filan sahnelenir… Yirmi üç yılda becerilip ortaya çıkarılan bina Kasım  1970’de Arhur Miller’in  “Cadı Kazanı” oyunu oynanırken yanıp, tarumar olur! Ölen olmaz ama, bina ile beraber IV. Murat adlı oyunun galası için Topkapı Sarayı'ndan getirtilmiş, IV. Murat’a ait  eşyaların bir kısmı da yanar , çocukluğumdan o dönemin gazetelerinde; ağırlık idmanı yaparken kullandığı güllenin fotoğrafını hatırlıyorum. O da  tantuna gitmişti.  Yangının neden çıktığı halen belli değil. Bu tür durumların demirbaşı “elektrik kontağı” filan elbette gündeme geldi. Ayrıca, o zamanlarda pek sevilen başka bir motif vardı: “anarşi ”! "Anarşistler”in işi olabileceği de çok yazıldı çizildi. Fail mail bulunamadı tabii. Olan güzelim binayla, fıkara padişahın eşyalarına oldu.

9 Ekim 2012 Salı

Koca Biladerime Sonsuz Sevgilerimle


Yazlık giysili şık polisin parkın girişindeki kuruyemişçinin sepet veya arabasından külaha ucuz kabuklu yemiş koydurmuş  arkadaşları ile muhtemelen Ege kasabalarından birinin parkında çektirdiği fotoğraf. Yerde kabuk görünmüyor. Çekirdeği ağza götüren elin avuç kısmına toplanmış olabilir. Gittikçe ıslanan ve büyüyen kabuk yığını bir süre sonra iyice genişleyip, el külahtan  alma-ağza götürme işini yapamayacak hale gelince, biriktirilenler ya bir çöp tenekesine ya da yere atılır. Ama bu aşamaya daha çok var.
Evet, Ege olması çok muhtemel; fotoğrafın arkasındaki  “biladerime” yazısı okunabiliyor. “Bilader”; “çiğdem”, “asfalya”, “tantan”, “bööğrek” gibi Ege’ye özgü bir sözcük. Ve O  kasabaların çoğunda zeminlerine mıcır serili,  sık büyük ağaçlı ve   serin  bu parkların hemen hepsinde Kurtuluş Savaşı sırasında o yerleşim alanını, bölgeyi savunurken  hayatını kaybedenler için  dikilmiş bir anıt olur (bunlardan en güzeli ve tipik olanı, bence 1926'da  Aydın'a dikilen). Uluorta girişi engellemek için  köşelerindeki alçak obelisklere, top mermisini andıran nesnelere  tutturulmuş,  ortalara doğru  yere değdi değecek  zincirlerle  çevrili ve  yine obelisk, top mermisi veya üst noktaya doğru bir parça daralan silindirden oluşan, beyaza boyalı genişçe dört beş basamak yükselen  bu mütevazi anıtların üzerindeki isimlerden fazla bir şey öğrenilemez. Tıbbiyeyi bitiremeden Askere alınmış  mülazım-ı evvel  Canip Efendi ve komutasındaki müfrezenin  neler yaparak ve ne için  ölmüş oldukları da zaten yakındaki masalarda sessizce çay içen kasabalıların  artık  umurunda değildir.  Eylül ortalarına doğru bir gün Belediye Bandosu eşliğinde biraz hareket ve gürültü olur o kadar. Oysa bu baştan savma törenler  ve hüzünlü anıtlar Ege’de İzmir ve çevresinden yukarılara doğru, kıyı boyunca 1922 yazsonunda  olup bitenler hakkında hep  bir şeyler söyler.
Nedense  son yıllarda tarzını,  geleneklerini, yemek tariflerini siyaset tarzını, otunu bokunu  pek beğendiğimiz Osmanlı’nın aklına yitik, umutsuz savaşlarda kaybolup giden yüz binlerce insanın doğup yetiştikleri yerde bile unutulup gitmemesi için, mütevazi de olsa bu tür anıtlar dikmek gelmemiş…

BvP.